Ben küçükken izlediğim bir dizinin adı bu aslında. Okuldan eve geldiğimde yayında olur bir yandan bir şeyler yer, bir yandan da diziyi seyrederdim. O zamanlar sadece komik gelse de aslında düşündürücüydü konu; hayatta asıl patron kimdi ...
Son günlerde kendime sorduğum soru bu çokça, o nedenle takıldı aklıma. Çok şey söyleyen oldu hakkımda; ne olduğum, ne olmadığım, ne olamayacağım konusunda. Ama çok az dinleyen, çok az peki asıl sen ne istiyorsun diyen... Sanırım bu çarptı en çok bana hayatımın patronu kim diye düşünmeye başladım kim karar vermeliydi ne olacağıma ???
Van Gogh sergisinde başkalarının düşüncelerinin önemini düşündüm bir kez daha. Hayattayken sadece bir tablo satabilmiş ama kimseyi dinlememiş ve kendi iç sesiyle devam etmiş biri. Başka kimler var diye baktımda karşıma onlarca isim çıktı.. bugün ayakta alkışladığımız, efsaneleştirdiğimiz bir çok isim hayatlarında acımasızca eleştirilmişti, bir çok kez senden bir şey olmaz denilmişti. Belki de hep iyi niyetliydi tüm bu düşünceler, kim 1000 kez deneyip başarısız olan birine devam et deme cesaretini gösterebilirdi ? Ama devam etmese bugün Thomas Edison diye bir isim hiç bilinir miydi... Sanırım ampülü icadından çok daha zordu içindeki ateşi yanık tutmak, vazgeçmeden savaşmak, başkaları ne derse yılmamak. Henry Ford, Akio Marito (Sony’nin kurucusu), Bil Gates, Walt Disney, Charles Darwin, Isaac Newton,Opraf Winfrey, Charlie Chaplin, Marilyn Monroe, Elvis Presley, Michael Jordan.... bu isimlerin ortak noktaları sadece ünlü ve başarılı olmaları değil, senden bir şey olmaz diyenlere kulak asmamaları, kendilerine inanmaları, hayatlarının patronları olmaları...
İş yerinde geri bildirim adı altında çok şey duyuyoruz, performansımızın iyileştirilmesi adına çok şey söyleniyor ama çok az dinleniyor ne istediğimiz, ne istemediğimiz. Hatta öyle bir ortam yaratılabiliyor ki ne istediğimiz düşündürülmüyor bile. Hep bir koşturma hep bir iyisin ama, dahası olmalısın henüz yeterli değilsin, bizim istediğimiz kişi olmaya.. hep bir karşılaştırma x kişiye bir baksana.. hep bir yaralama yardım etme adı altında...
Sevdiklerimiz konusunda da sınırlamalara tabii tutuluyoruz o eskinin romanları gibi özgürce, kendince, delice sevemiyoruz ki... Boyu uzun olmalı, hem de paralı, yakışıklı sonra erkek dediğinin ağzı laf yapmalı.. yaşı senden çok olmalı, hiç evlenmemiş, hiç sevmemiş olmalı başka kadını hele çocukları !!! asla olmamalı. Yaşı büyük olmalı ama 40 yaştan büyüğe hiç yaklaşılmamalı...
Bunları bir tarafa bırakıp ya da tam arananı bulup da sevsek bile bu kez sevdiğimiz karar veriyor bizim adımıza. Beni sev ama çok sevme, benden çok şey bekleme, aman özgürlüğümü elleme, ama sakın başkalarına laf ettirme, otur evinde çok gezme, bana beni sevdiğini söyle dur yeter çok söyleme, sen ben ne diyorsam onu dinle, git deyince git gel deyince gel şöyle... senin ne istediğinin önemi var mı sence ???
Son zamanlarda çok şey söyleyen oldu hakkımda; ne olduğum, ne olmadığım, ne olamayacağım konusunda. Ama çok az dinleyen, çok az peki asıl sen ne istiyorsun diyen... Herkes konuştu ama bir ben sustum... Oysaki bu hayat bana ait olmalıydı aslında.. Küçükken sorarlardı büyüyünce ne olmak istersin diye büyüdüm de ne oldu, kimse bir şey sormaz oldu bana..
Ama ben kimseden güçlü olmak istemiyorum ki, kimseye gününü göstermek ya da güç göstermek yok içimde, göz yaşlarımı da seviyorum yeri geldiğince, insan olduğumu hissettiriyor ağlamak içimdeki tutkuyu hatırlamak. Başkaları ne derse desin zayıflamak istiyorum o köşede duran eteğe yeniden sığmak kendime istediğimi yapabildiğimi bir kez daha kanıtlamak. Canımın istediğini sevmek istiyorum, canımın istediği kadar, canım isteyene kadar.
Ben “ben” olmak istiyorum sadece ,başkaları ne derse desin hayat benim. Patron BENİM !!!
Burcu EREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder